29 Mayıs 2022 Pazar

Rasim Özdenören-Edebiyat ve Hayat


Öykü türünde edebiyatımızın önde gelen isimlerinden olan Rasim Özdenören'in deneme türündeki eserleri de edebiyatımızda büyük ses getirmiştir. Biz bu yazımızda Rasim Özdenören'in çeşitli zamanlarda kaleme aldığı deneme türündeki yazılarının bir araya toplandığı “Edebiyat ve Hayat” adlı kitabını ele alıp bu eserden alıntılar paylaşacağız.

İnceleyeceğimiz “Edebiyat ve Hayat” adlı kitapta Rasim Özdenören’in sanat, edebiyat ve hayat üzerine çeşitli zamanlarda kaleme aldığı birbirinden bağımsız ama aynı zamanda kendi içinde de bir bütünlük oluşturan yazıları var. Rasim Özdenören’in “Edebiyat ve Hayat” adlı eserini biz “deneme seçkisi” olarak da değerlendirebiliriz. Edebiyatın gücü, edebiyatın insanlar üzerindeki etkisi, roman, öykü ve şiir üzerine tespitlerin olduğu bu eserde Özdenören, yazmanın bir sanat olduğuna ve yazı yazmanın inceliklerine de dikkat çekiyor. Edebiyatın her şey olmadığını ancak edebiyatsız da kalınmayacağını vurgulayan Rasim Özdenören “Edebiyat Her Şey Değil Ama...” başlıklı yazısında şunları dile getiriyor:

 

“Ne her şeyi edebiyattan bekleyecek kadar budala olmalıyız, ne onu büsbütün yok sayacak kadar kavrayış yoksunu...

(...)

Gene söylüyorum, hayatın bütün anlamı kitaplardan ibaret değil. Ama hayatın bazı anlamlarını kavrayabilmek için arada bir kitaplara, dergilere de bakmak gerekli sayılmalı. Okuyunca da hayattan kaçmak için değil, hayata müdahale için okumalı.” (Sayfa:22)

(Bu alıntı yazarın “Ruhun Malzemeleri” adlı kitabına aittir. Derlenerek bu kitaba eklenmiştir.)

 

Kitabın Arka Kapak Yazısı

(...) Her biri ayrı ayrı, daha önce yayınlanmış deneme kitaplarında yer almış olan bu yazılar, “hayat ve edebiyat” bağlamı gözetilerek bir araya toplandı. Edebiyatımızın usta ismi Özdenören’in öyküleri kadar düşünsel denemelerine de ilgi duyan okurlar için edebiyat ve sanat bağlamında özel bir seçki olarak görülebilecek bu eser, edebiyatla kurulan ilişkinin hayatımızın neresine düştüğüne dair ufuk açıcı önermelerde bulunuyor.

 

Rasim Özdenören’in “Edebiyat ve Hayat” Adlı Kitabından Alıntılar

“(...) Bilimsel çalışmaların yöntemini kullanmaz edebiyat eseri: sizi zorla bir yere götürme niyeti taşımaz. Onun işaret ettiği yere siz kendiliğinizden varırsınız, daha doğrusu bir de bakarsınız, eserin alttan alta sizi yönelttiği noktada duruyorsunuz.” (Sayfa:17)

“Edebiyat, kuşku yok ki, bir kültür ve uygarlık olayıdır. Çeşitli işlevlerinden biri de, ait olduğu uygarlığın inceliklerini, nüanslarını yakalamanıza yol açmasıdır. Alışılmış deyimiyle, daha önce bilmediğiniz ufuklar açar önünüze. Yeni bir mantıkla düşünmeye başlarsınız.

(...) Çağlar, anlayışlar değiştikçe, büyük eser de kendi içine yeni anlamlar katarak değişir, yenilenir. Bunu, büyük eserin her yeni yoruma açık bir yanının bulunmasıyla açıklayabiliriz.” (Sayfa:18)

“Romanla hayat özdeş değildir. Hayatın kurallarıyla romanın kuralları birbirinden ayrıdır. (...) Hayatın sınırları önceden kestirilemez, o, kendi sınırsızlığının ufuklarına doğru yol almaktadır. Romansa, hayatın sınırsızlığına bir anlatım biçimi verir, bir “form”a oturtur onu, deyim yerindeyse hayatı yontar roman, kendi istediği biçimde yontar ve sınırlarını tayin eder.” (Sayfa: 28)

 

Yazarın “Ruhun Malzemeleri”, “Yazı, İmge ve Gerçeklik”, “Köpekçe Düşünceler”, “Ben ve Hayat ve Ölüm”, “Eşikte Duran İnsan”, “İpin Ucu”, “Kent İlişkileri” gibi kitaplarında yer alan denemelerin bir araya getirilerek oluşturulan ve yukarıda da belirttiğimiz gibi bir “deneme seçkisi” olarak da nitelendirebileceğimiz “Edebiyat ve Hayat” adlı eser; edebiyat, roman, öykü, şiir, yazı yazma sanatı hakkında düşünen, derinlemesine çözümlemeler yapmaya çalışan, düşünsel nitelikli eserleri okumayı seven okurlar için bir başucu kitabı niteliğindedir. Yavaş yavaş, sindire sindire ve notlar alarak okumanızı tavsiye ediyor ve siz değerli okurlarımıza keyifli okumalar diliyoruz.

Kaynak: Rasim Özdenören, Edebiyat ve Hayat, İz Yayıncılık, 2. Baskı

 

 

 

 

 

 


24 Mayıs 2022 Salı

Doğan Cüceloğlu-Var mısın?



Yazımıza geçmeden önce sizlere bir soru sormak istiyoruz:

Hiç düşündünüz mü? Biz bir birey miyiz? Kendi düşünceleri olan, kendi kriterleri olan ve bu kriterlere göre yaşamını şekillendirebilen bağımsız bir birey miyiz, yoksa başkalarının kriterlerine göre yaşayan bağımlı bir insan mıyız? İsterseniz bu konu üzerinde bir düşünelim.

Değerli okurlar, biz bu yazımızda Doğan Cüceloğlu'nun “Var mısın?” adlı kitabını ele alıp bu kitaptan en dikkat çekici alıntıları sizlerle paylaşacağız.

Doğan Cüceloğlu, Deniz Bayramoğlu ile sohbetlerinden oluşan “Var mısın?” adlı kitabında; birey olmanın, ekip olmanın, sorumluluk almanın ve yaşamın anlamını inşa etmenin önemini bizlerle paylaşmış ve bu konular üzerinde kendi yaşantısından örnekler de vererek ele aldığı konuları somutlaştırmaya çalışmıştır. İnsanın doğuştan gelen bir potansiyelinin olduğuna inanan Doğan Cüceloğlu bu potansiyelin farkına varıp onu geliştirmenin önemini de anlatmıştır bu kitapta. İnsanın kendisiyle ne kadar erken ilişki kurarsa o kadar yaşadığına inanan Doğan Cüceloğlu kitapta şunları dile getirmiştir:

 

“Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın, yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre eyleme geçen biri misin?

(...)

“Ben kendi adıma “gözlemleyen bilincime” daha erken ulaşmak isterdim. Her insanı zorlayan o kaybolmuşluk hissinden bir an önce kurtulmak isterdim. Rüzgâra kapılmış bir yaprak parçası olmaktansa, yönünü belirleyebilen, rotasını ve etki alanını keşfetmiş bir insan olma hâline daha önce ulaşmak isterdim. Ne kadar önemli olduğumu, esas meselenin benim özümle kendim arasında kurduğum ilişkide yattığını keşfetmek isterdim.”

 

Yaşama katkıda bulunma konusuna da değinen Cüceloğlu, yaşama katkıda bulunma fırsatının her yerde ve her zaman olduğunu belirterek, kendi özüyle sağlıklı ilişki kurabilen herkesin bu katkıyı sunabileceğine de inanır.

 

“Keşfetmek, keşif” konusuna da değinir Doğan Cüceloğlu ve bu konuda da şunları söyler:

 

“Bana göre hayatın anlamı “keşif”tir. Hayat bir keşif yolculuğudur. Neyi keşfedeceksin? Özünü, kendini.”

“Bir anne baba, çocuğunun doğuştan içinde getirdiği o gizil gücü önemsiyor mu? Bir öğretmen, öğrencisinin potansiyelini önemsiyor mu?(...)

“Aslında hepimiz yaşamdan keyif almak üzere doğuştan programlanmış durumdayız. Çocuğa bakın, hangi oyundan keyif alır? İçerisinde keşfetme olacak, ona gelişim imkânı sunacak, oyun esnasında ilişki kuracak, yeni şeyler öğrenecek, kendisini ifade etme imkânı bulacak.”


Yaşamınızı şekillendirecek birçok nitelikli önerinin olduğu bu muhteşem eseri okumanızı tavsiye ediyoruz. 

Okumayı hayatınızın merkezine almanız dileğiyle... 


Kaynak: Doğan Cüceloğlu, Var mısın?, Kronik Kitap


17 Mayıs 2022 Salı

Christy Brown-Sol Ayağım

 


Christy Brown’ın kendi yaşam öyküsünü kaleme aldığı "Sol Ayağım" adlı kitabında azmin ve cesaretin görkemli bir öyküsü var.

Doğuştan beyin felçli olan Christy Brown, konuşmasını ve hareketlerini kontrol edememesine rağmen annesinin de yardımıyla büyük bir azimle, umutla, cesaretle bir başarı yolculuğuna çıkar. Azmi, içindeki umudu, cesareti ve zekâsıyla okuma yazmayı resim yapabilmeyi ve daktilo kullanmayı öğrenen Christy Brown, bu yolda zaman zaman umutsuzluk batağına da saplanır. Kimi zaman hayatı ona şekilsiz, amaçsız ve değersiz görünür. Özgür olmayı çok özler, zincirlerinden kurtulup kaçmak için can atar ama büyüdükçe etrafında oluşan duvarların arasına adeta hapsolmuştur. Sol ayağı onun temel iletişim aracıdır ve onun için vazgeçilmezdir. Onunla evdeki diğer kişilerle arasındaki engellerin bazılarını kırmayı öğrenir. Christy Brown, kendisini bir hapishanede hisseder ve sol ayağı bulunduğu hapishanenin kapısının tek anahtarıdır.

Bu kitapta azim, cesaret, umut ve başarı var. Şimdi azmin ve cesaretin öyküsünü ve kahramanımızın bu yolda zaman zaman düştüğü umutsuzlukları kitaptan alıntılarla sizlerle buluşturalım:

“(...) Yine de” A” harfini yazdım. Önümde, yerde duruyordu işte. Titrekti, acemiceydi; kenarı eğri büğrüydü ve hiç düzgün olmayan bir orta çizgisi vardı. Ama basbayağı “A” harfiydi. Başımı kaldırdım. Bir an annemin yüzünü gördüm, yanaklarında yaşlar vardı. Sonra babam eğildi ve beni omzuna aldı.

Başarmıştım! Zihnime, kendini ifade etme şansını verecek olan şey başlamıştı. Evet, dudaklarımla konuşamıyordum ama şimdi sözlerden daha kalıcı şeylerle konuşacaktım; yazılı sözcüklerle.

Ayak parmaklarımın arasında tuttuğum bir parça kırık tebeşirle yere çizdiğim o bir harf, benim için yeni bir dünyaya giden yol, zihinsel özgürlüğünün anahtarıydı.” (Sayfa:16)

 

“Zaman geçtikçe sol ayağıma daha fazla bağlanmaya başladım. O temel iletişim aracımdı, ailemin beni anlamasını sağlıyordu. Yavaş yavaş benim için vazgeçilmez oldu. Onunla, evdeki diğer kişilerle aramdaki engellerin bazılarını kırmayı öğrendim. Sol ayağım, bulunduğum hapishanenin kapısının tek anahtarıydı.” (Sayfa:20)

 

“Artık kendimden kaçmıyordum, bunu yapamayacak kadar büyümüştüm. Günler binbir türlü şekilde geçiyordu; ailem birer birer genişledikçe ve benim için kendi ayakları üzerinde duran birer yetişkin yabancıya döndükçe, varlığımın sınırlamalarını, sıkıntısını ve korkunç darlığını görüp hissediyordum. Etrafım faaliyetin, çabanın ve gelişmenin işaretleriyle çevriliydi. Herkesin yapacak bir şeyi vardı, onları meşgul edecek, zihinlerini ve ellerini faal tutacak şeyler. Hayatlarını bir bütün kılacak ilgi alanları, faaliyetleri ve amaçları vardı; bütün bunlar enerjilerine doğal bir kaynak ve doğal bir ifade ortamı sağlıyordu. Benimse yalnızca sol ayağım vardı.” (Sayfa:79)


Dünya edebiyatının en nitelikli eserlerinden biri olan "Sol Ayağım" adlı eseri okumanızı tavsiye ederiz. Keyifli okumalar... 


Kaynak: Christy Brown, Sol Ayağım, Nora Yayınevi

15 Mayıs 2022 Pazar

Sharon M. Draper-İçimdeki Müzik



Bu yazımızda Sharon M. Draper'ın kaleme aldığı "İçimdeki Müzik" adlı eserden söz etmek istiyoruz sizlere. 

Etrafı binlerce kelimeyle çevriliydi. Belki de milyonlarca... Kelimeler kar taneleri gibi etrafında uçuşuyordu. Her biri narin ve eşsizdi, yere düşmeden avucunda eriyip gidiyordu. İki yaşına geldiğinde bütün anılarında kelimeler ve bütün kelimelerin de bir anlamı vardı. Ama sadece kafasının içinde... Şimdiye kadar tek kelime konuşmamıştı. Neredeyse on bir yaşındaydı. İnsanlar adını sormasa da adı önemliydi onun. Onun adı Melody Brooks’tu.

Babasının ona okuduğu kitaplardaki tüm kelimeler sonsuza dek içine hapsoluyordu. Zekiydi. Fotografik bir hafızası vardı. Kafasının içinde bir kamera vardı sanki, gördüğü ya da duyduğu bir şeyi kaydetmesi için. Reklamlardaki tüm ücretsiz telefon numaralarını, mail adreslerini ve web sayfalarını hatırlayabiliyordu. Bütün programlardaki oyuncuların isimlerini, programların saatlerini, hangi kanalda olduklarını ve hangi programların tekrarının olduğunu biliyordu. Hatta programlar ve reklamlarda geçen diyalogları bile hatırlıyordu. Milyonlarca şarkının sözlerini ve melodisini biliyordu, kafasının içinde ondan başka kimsenin duymadığı bir senfoni çalıyordu. Görür görmez yüzlerce kelimenin anlamını biliyordu ama kitap okuyamıyordu. Kafasının içinde milyonlarca düşünce vardı ama onları kimseyle paylaşamıyordu. 

“Uyurken rüyalar görüyorum. Ve rüyalarımda her şeyi yapabiliyorum. Parkta oyunlar için ilk ben seçiliyorum. Çok hızlı koşabiliyorum. Jimnastik yapabiliyorum ve denge tahtasından asla düşmüyorum. Yer minderinde dans edebiliyorum, üstelik bunda çok iyiyim. Telefonla arkadaşlarımı arıyorum ve onlarla saatlerce sohbet ediyorum. Sırlarımı fısıldıyorum. Şarkı söylüyorum.

Ama her sabah uyandığımda gerçek, yüzüme bir yumruk indiriyor. Birinin yemeğimi yedirmesi ve beni giydirmesi gerekiyor ki Spaulding Street okulundaki gülen-surat sınıfında bir başka uzun günü daha geçirebileyim.” (Sayfa:48)


Büyük-küçük herkesin okuması gerektiğini düşündüğümüz etkileyici bir eser... 

Okumayı hayatınızın merkezine almanız dileğiyle... 


Kaynak: Sharon M. Draper, İçimdeki Müzik, Genç Timaş Yayınları 

 

 

 

 

 

 

 

 


13 Mayıs 2022 Cuma

Sezai Karakoç-Diriliş Neslinin Âmentüsü


“Allah’a inanıyorum. Ben bir diriliş işçisiyim. Allah kentinin işçisiyim. Allah’ın övdüğü, beğendiği İslâm toplumunu ören, toplumunun örülen duvarında en küçük bir kum tanesi olmaktan öte öğüncüm olamaz.” (Sayfa: 8)

 

“Ben insanın ruh, ruhun da bir tapınak olduğuna inanıyorum. Bir başka deyişle, insan ruhunda bir tapınak, insan ruhunun bir tapınak olduğuna inanıyorum. İnsan orada kendi içine eğilir; o dupduru suda bulanıklığa ait ne varsa temizlenmeli ve o mermersi geometride tek ışık ve tek aydınlık yansımalıdır: Allah’a inanma ışığı ve ona inanma aydınlığı.

Sesimi yükseltirsem bunun için yükseltirim. Yoksa bunun dışında dünyada hiçbir şey ses yükseltmeye değmez.” (Sayfa:9)

“Doğuyu Batıyı bilmeliyiz. Eski uygarlıkları derinlemesine incelemeliyim. Yükseliş ve düşüşlerin sebeplerini derinden derine araştırmalıyım. Allah’ın insanoğluna en büyük nimeti olan İslâm inanç ve medeniyetine mensup olan bir toplum, nasıl olur da bugünkü acıklı duruma düşer? Bunun mutlaka bir veya birçok sebebi vardır. Bunu bilmeliyim. İşte bütün bu konuları incelemekte ilim benim rehberim olacaktır.” (Sayfa 15)

 

“Hakikate susamıştır sürekli olarak ruhum. Sürekli olarak hakikati araştırır. İslâm’ı öğrenmek ve daha derinden kavramak için gece gündüz çalışır. Peygamber önderdir, Kuran önderdir, kılavuzdur.” (Sayfa 22)

 

“Evet, inancıma göre, Müslüman, inanmış kişi, daima çağdaş olmalı. Ama neyle çağdaş olmalı? Başkalarıyla çağdaş olmak değil, burada kastettiğimiz çağdaşlık. Kendi kendisiyle çağdaş olmalı. İdeal İslâmla çağdaş olmaya çalışmalı sürekli olarak.

Geçmişteki büyük İslâm yaşantısına hayran olmakla yetinmemeli. O yaşantıyı bugün de gerçekleştirmeyi bir görev bilmeli.” (Sayfa:29)

 

Müslüman, aslında bir diriliş eridir Sezai Karakoç’a göre bu eserde. “Kendimin bir diriliş eri olduğuna inanıyorum. “ cümlesiyle başlayan “Diriliş Neslinin Âmentüsü” kitabında Sezai Karakoç aslında bizlere ideal Müslümanı anlatmak istemiştir. Eserin ilk satırlarında ise bir savaştan söz eder:

“Bu nasıl bir savaştır? Topla, tüfekle, bombayla, molotof kokteyli veya füze, nükleer silah veya gazla yapılan savaş olmaktan önce ve öte, bir ruh savaşıdır. Ruhlar arasında olan bir savaştır. (...)

Bu bir zihniyet savaşıdır. Karayla akın savaşıdır.

Bu bir hayat tarzı, dünya görüşü, yeni bir medeniyet savaşıdır.”

Bir “Diriliş Cephesi”nin bulunduğuna ve kendinin de o cephede bir savaş adamı olduğunu, olması gerektiğini bu sözlerle anlatır Sezai Karakoç.

Vücudunun ruhunun buyruğunda olması gerektiğini anlatan yazar ruhun, sürekli olarak, Allah’ı bilme, Allah huzurunda olma savaşı içinde olacağını bildirir. “Buna engel olmaya çalışan benlik içi veya ben ötesi bütün yâd varlıklarla savaşacaktır sürekli olarak ruh.” diye de sözlerine devam eder.

“Diriliş”i de açıklar Karakoç: “Diriliş, ruhun açtığı bu sürekli savaşı sürdürme ve bu savaştan sürekli olarak başarılı çıkma demektir.”

Önemli bir düşünce adamı, şair ve tıpkı Cemil Meriç gibi bir fikir işçisi olan Sezai Karakoç'un bu eserinde diriliş eri olmak isteyen herkese bir pusula niteliğinde bilgiler var. 68 sayfalık “Diriliş Neslinin Âmentüsü” adlı eser bir çırpıda okunacak bir eser değil aksine yavaş yavaş, notlar ala ala, özümseye özümseye okunacak bir kitap.

 

(Sezai Karakoç, Diriliş Neslinin Âmentüsü, Diriliş Yayınları 46. Baskı) 

12 Mayıs 2022 Perşembe

Sabahattin Ali-Kuyucaklı Yusuf

 

“Bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Bu da karısı idi. Muazzez’in varlığı Yusuf için büyük boşlukları dolduracak mahiyette bir şey değildi, fakat onun yokluğu müthişti.”

Türk edebiyatının önemli isimlerinden Sabahattin Ali’nin kaleme aldığı “Kuyucaklı Yusuf” romanının en etkileyici satırlarındandır yukarıda paylaştığımız alıntı. Muazzez’in varlığı Yusuf için önemliydi ve Yusuf; Muazzez için, onu kurtarmak için başkaldırmıştı kasabanın kirli düzenine.

Kuyucaklı Yusuf” romanına  bir aşk öyküsü diyebilir miyiz? Yusuf ile Muazzez’in aşk öyküsü... Peki, bu eser için toplumsal aksaklıkları anlatan bir eser diyebilir miyiz? Bizce her ikisini de diyebiliriz. “Kuyucaklı Yusuf” aşk temasının yanında, kasabadaki kirli iktidar ilişkilerini, bozulmuş ve yozlaşmış toplumsal düzene ve bu düzenin temsilcilerine başkaldıran Yusuf’un öyküsü... Evet, Yusuf başkaldırır. Yusuf; kötülere, kötülüklere ve zalimlere başkaldırır.

Sabahattin Ali, bu eserinde zalim bir taşra portresi çizer bizlere. Bu zalim taşra portresi içerisinde bunalan bir karakter daha vardır: O da kaymakam Salâhattin Bey’dir. Kaymakam Salâhattin Bey, Yusuf’u evlat edinen kişidir ve Yusuf’u kızı Muazzez’den ayırt etmez. O da bıkmıştır, bunalmıştır bu zalim kasabadan. Bunaldığı için de sık sık kasabadan kaçıp doğaya sığınmıştır:

Her taraf, yıkanmış gibi parlak ve aydınlıktı. (...) Güneş olmadığı hâlde ortalık o kadar aydınlık ve temizdi ki (...)

Salâhattin Bey, başının dönmeye başladığını fark etti. Bu kadar geniş, güzel ve sıcak bir tabiatın ortasında kendini şaşırmış gibiydi. Fakat gözlerini tekrar etrafta dolaştırırken, aşağıda mor bir duman tabakasıyla örtülmeye başlayan kasabayı gördü ve irkildi. Oraya, o küçük ve çukur yere gidip gömülmek mecburiyeti ona pek acı geldi. “ 

Bakınız; “oraya, o küçük ve çukur yere gidip gömülmek mecburiyeti” ifadesi ne kadar da güzel anlatıyor kasabada hâkim olan çarpık düzeni. Kasabada öylesine bozuk bir düzen var ki bu kasaba Salâhattin Bey’in gözünde âdeta bir “mezar” görünümündedir.

Türk edebiyatının en etkileyici ve bir o kadar da trajik olan romanlarındandır “Kuyucaklı Yusuf”. Okurken çoğu zaman yumruklarınızı sıkacak ve kokmuş, yozlaşmış düzene siz de isyan edeceksiniz.

Okumak özgürlüktür, değişim ve gelişimdir. Okumayı hayatınızın merkezine almanız dileğiyle, keyifli okumalar...


10 Mayıs 2022 Salı

Reşat Nuri Güntekin - Acımak

 


Bazı eserler vardır ki okuduktan sonra o eserin etkisinden uzun süre kurtulamazsınız. İşte uzun süre etkisinden kurtulamayacağınız o eserlerden birisi de Reşat Nuri Güntekin'in kaleme aldığı “Acımak” romanıdır.

Türk edebiyatının en etkileyici, en duygusal romanlarından birisidir “Acımak”. Bu eserle ilgili “insana, insana ait olan duyguları tüm yoğunluğuyla anlatabilen bir eser” değerlendirmesini de yaparsak haksız da olmayız sanırız. İdealist, taviz vermeyen, disiplinli bir öğretmen olan Zehra'nın babası Mürşid Efendi'nin hüzünlü öyküsünü okuyacaksınız bu eserde. Bu hüzünlü öyküyü okurken acıma duygusunu yüreğinizde tüm yoğunluğuyla hissedeceksiniz. Ayrıca bu zavallı adamın hüzünlü öyküsünü okurken yüreği katılaşmış, ahlâksız, şeref yoksunu insanlara ise âdeta veryansın edeceksiniz. Ayrıca hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlayacak; olayların, durumların arkasında bambaşka şeylerin olduğunu anlayarak belki de hayata ve insanlara bakış açınız ve yaklaşımınız değişecek.

Roman hakkında bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra isterseniz romanın başkahramanı Zehra Hanım hakkında bilgi verelim. Romanın başkahramanı Zehra Hanım’ı Reşat Nuri, okurlara şu satırlarla tanıtır:

“Bu Zehra Hanım için sizi o cihetten de temin edebilirim. Çocuklarımıza verdiği terbiye de aynı derecede temiz ve mükemmeldir. Bir kere çok müspet kafalı bir kadın... Hurafe ve hayal ile mütemadiyen mücadele eder, talebesine ancak ilmin en müspet hakikatlerini öğretir. Sonra onda bir nevi hastalık, hiç durmayan, onu daima için için yakan bir humma var: Doğruluk, fedakârlık, manevî temizlik hastalığı... Haksızlığın, yalanın, riyanın hasılı, bütün ahlâksızlıkların ve zaafların müthiş bir düşmanıdır.” (Sayfa: 10, 11)

Zehra Hanım; çalışkan, irade sahibi bir öğretmendir. Görev yaptığı mektebi tüm imkânsızlıklara rağmen bir eğitim yuvasına dönüştürmüştür. Kasabayı kendine vatan, mektebi de bir aile ocağı yapmıştır. Kasabanın en sevilen, emniyet edilen, hatırı sayılan bir insanı olmuştur. Reşat Nuri, Zehra’nın mektep için yaptıklarını şöyle anlatır:

“(...) Parasız hiçbir şey olmaz, deriz... Esas itibariyle çok doğrudur... Fakat çalışan ve irade sahibi bir insanın da az para ile ne büyük işler yapabileceğine bu mektepten güzel misal gösterilemez... Mesela badana, dam, cam tamiri filan gibi şeyler için para veririz. Eteklerini beline dolar, bu işleri kendi görür... Zaten elinden gelmeyen iş yok gibidir. (...) “ (Sayfa 9)

Bütün bu olumlu özelliklerine rağmen Zehra Hanım, Maarif Müdürü Tevfik Bey’e göre “tam bir insan” değildir. Çünkü ona göre “doğruluk, temizlik, fedakârlık hastalığı onda insanlığın en kıymetli bir kabiliyetini öldürmüştür: Acımak kabiliyeti...” (Sayfa 12)

İşte, Reşat Nuri Güntekin’in “Acımak” adlı eserinde Zehra Hanım’ın “acımak” kabiliyetinin niçin öldüğünü ve Zehra Hanım’ın babası Mürşid Efendi’nin hazin dolu öyküsünü duygulanarak okuyacaksınız. Keyifli okumalar...

 

 

Sezai Karakoç - Diriliş Muştusu

  Sezai Karakoç'un “Diriliş Muştusu” Adlı Eserinden Alıntılar -Diriliş eylemi, bir meşaleyi en elverişsiz şartlarda bile söndürmeden...