2 Mayıs 2025 Cuma

Eyvah Kitap! - Mine Soysal

 Yayıncı yazar Mine Soysal'ın kitaplar üzerine sohbet ettiği öğrencilerin söylediklerinden yola çıkarak oluşturduğu kitaba, okumaya ve okuma alışkanlığına farklı açılardan bakmamızı sağlayan, kimi zaman düşündüren ve sorgulatan kimi zaman da tebessüm ettiren ilgi çekici bir eser "Eyvah Kitap!"


Arka Kapak Açıklaması:


Bu kitaptaki öyküleri anlatanlar: Klasikler'den nefret ettiğini sananlar. Sürekli, "Odana git, kitabını oku!" denenler. Bilgisayarla kitaplar arasında seçime zorlananlar. Kitap okuduğu duyulursa "karizmasının çizileceğinden" korkanlar. Yalnızca kitap okurken kendini iyi hissedenler. Ailesi hiç kitap okumazken, tatilde bile kitap okuması beklenenler. Sadece "Harry Potter" kitapları okumak isteyenler. Öğretmenin ödev verdiği kitabı "iğrenç" bulanlar ve diğerleri... 


Mine Soysal - Eyvah Kitap! / Alıntılar 

Bence kitaplarda şu çocuklara mesaj verme işini biraz fazla abartıyorlar. Çocuklar aptal ya, onlara her şeyi en basit yoldan anlatmak istiyorlar. Biz nelerle ilgileniyoruz, kitaplar neleri anlatıyor? (...) (Sayfa 12, 13)


Keşke benim param olsaydı. Hiç düşünmez, verirdim öğretmene. "Ne kadar kitap gerekiyorsa alalım," derdim. Ele güne muhtaç olmadan kendi kütüphanemizi kendimiz kurardık gül gibi. Öğretmen gibi iyi birinin köyümüzde kütüphane olmasını bu kadar çok istemesinin bir hikmeti var mutlaka. Çok yararlı bir şeymiş kitap okumak. Bize her derste "Okumaktan sakın vazgeçmeyin!" diyor. (...) (Sayfa 29)


Bizim okul sürekli Klasikler'i okutuyor. Beşinci sınıftan beri duman olduk. Varsa yoksa tuğla gibi eski romanlar! Aramızın iyi olduğu öğretmenlere kaç kere dert yandık. Başka kitaplar verin, hemen okuyalım. Bunları okuyamıyoruz, okumayı başarsak bile anlamıyoruz, dedik. Hiçbir şey değişmedi. Oysa, kuzenim Sonerler'in okulunda böyle değil. Öğretmen liste veriyormuş sınıfa. Bazen Klasikler de bulunuyormuş listelerde ama bir sürü de yeni kitap oluyormuş. Kim, hangi türde okumak isterse, bu listeden seçiyormuş kitabını. Ne güzel; onlar ilginç kitaplar okuyabiliyorlar. (Sayfa 44)



(...) Neden bilmem ama annem geldi gözümün önüne. Bazı akşamlar annem mesaiye kalır; gecenin bir yarısı eve gelince  duş yapar, sonra da salondaki kanepeye uzanır, kitap okur. Yorgun argın geldiği halde neden hemen yatıp uyumadığını sormuştum bir seferinde. "Günün en sihirli anı bu, hiç kaçırır mıyım!" demişti bana. (Sayfa 49, 50)


(...) Sonunda hepsi bitiyor. Pijamalarım, yatağım, lambam ve kitabım baş başa kalıyoruz.

Böyle anlarda bir tek kitaplar iyi geliyor bana. Maceradan maceraya sürüklenmek, bilinmeyen yerlere gitmek, olağandışı kahramanlarla tanışmak, geçmişe ya da geleceğe ışınlanmak harika oluyor. Sıkıntım dağılıyor. Kuş gibi hafifleyerek uykuya dalıyorum. Çoğunlukla babam söndürüyor ışığımı. (Sayfa 56,57)

21 Aralık 2024 Cumartesi

İvan Aleksandroviç Gonçarov / Oblomov


İvan Aleksandroviç Gonçarov / Oblomov 

“Oblomov birden parladı:

-Hayır, hiç de değil! Hırsızı, düşmüş kadını, aldatılmış bir budalayı anlatın, anlatın ama insanı da unutmayın. Sizin için insan diye bir şey yok mu? Yalnız kafanızla yazmak istiyorsunuz. Düşünmek için kalpsiz olmak gerekir, sanıyorsunuz. Hayır, düşünmeyi besleyen sevgidir. Düşen adama el uzatın, mahvolan bir adamın hâline ağlayın, onunla alay etmeyin. Sevin onu! Onda kendinizi görün ve ona kendinizmiş gibi bakın.” (Sayfa:32)

-(...) Hiçbir şeyden umudu kesmemeli. İnsan kendini bir bıraktı mı yandı? (Sayfa:42)

-Zaten Oblomov yaşlandıkça, kendisine bir çocuk utangaçlığı geliyordu. Dışarı ile bağlantısı azala azala kendi hayatının dışında kalan her şeyden ürküyor, çekiniyordu. Ama odasının tavanındaki çatırtılardan korkmuyordu; onlara alışmıştı. Odasındaki kapanık havanın, bütün gün dört duvar arasında oturmanın sağlığına gece rutubetinden daha zararlı olacağını, durduğu yerde yemek üstüne yemek yemenin insanı yavaş yavaş çökerteceğini düşünmüyordu; çünkü bunlara alışmıştı; alıştığı şeylerden korkmuyordu. Alışmadığı şey, hareket etmek, hayata karışmak, adam görmek, öteye beriye koşmaktı. Fazla kalabalıkta boğulur gibi oluyordu; bir kayığa binse, bir daha karaya ayak basamayacağı kuruntusuna kapılıyordu; arabaya binse atlar gemi azıya alıp kaçacaklar sanıyordu. Bazen delice korkulara düşüyor, çevresindeki sessizlikten ürküyor, şaşırıp kalıyor, vücudunu soğuk ürpermeler sarıyordu. Gözleri karanlık bir köşeye saplanıyor, oradan bir hayalet çıkıverecek sanıyordu. (Sayfa:72) 

-Evet, hayat konusunda şairim, çünkü hayat bir şiirdir. Onu insanlar berbat ediyor. (Sayfa:220)

-(...) Her şeyi biliyorum, anlıyorum, ama gücüm, iradem yok. (Sayfa:225)


Niçin böyle dertlisiniz? 

-Bilmem ki, Olga Sergeyevna. Mutlu olmama da neden yok; nasıl olayım? 

-Çalışın, insanlarla daha fazla düşüp kalkın. 

-İnsanın bir gayesi olmalı ki, çalışsın. Benim gayem ne? Hiçbir şey. 

-Gaye yaşamak. 

-İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat. (Sayfa:286)

Kaynak: İvan Aleksandroviç Gonçarov, Oblomov, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çevirenler: Sabahattin Eyüboğlu, Erol Güney



18 Haziran 2024 Salı

Sezai Karakoç - Diriliş Muştusu

 

Sezai Karakoç'un “Diriliş Muştusu” Adlı Eserinden Alıntılar

-Diriliş eylemi, bir meşaleyi en elverişsiz şartlarda bile söndürmeden elde tutma, yüksekte tutma girişimidir. (Sayfa:8)

-İnsan kendi barikatlarının mahkumu ve kendi zincirlerinin tutsağı olmuştur. Ama bu kıyamete kadar sürüp gidecek değildir. Diriliş nesli, bu mahkumluğa, bu tutsaklığa başkaldırmanın cesaretini gösterecek ve bu başkaldırmayı yeni uyuma dönüştürmenin yöntemini kestirecektir. (Sayfa:13)

-Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, ürkmeyiniz. İnsanın alınyazısı, ağırlığıyla, şartların ötesindedir. (Sayfa:13)

-Azgın bir kışı yaşıyoruz. Bunu aşarsak, sabır ve dayanıklılık gösterirsek, bahar ve arkasından yaz gözükecektir.

Ve çiçeklerin en üstünü ve meyvelerin en kurtarıcısı, bir ilâhî armağan gibi, dalların ucundan uzanacaktır göğe açılmış ellere doğru. (Sayfa:14)

-Diriliş, bir özgürlük kültürü ve uygarlığıdır. Doğu ve Batı kültürlerine karşı özgürdür diriliş kültürü. Hakikat uygarlığı olan İslâm’ın yeniden açan özgürlük çiçeğidir diriliş kültürü.

11 Haziran 2024 Salı

Yakup Kadri - Yaban

 

Kaybedilen I. Dünya Savaşı'nın sonunda emir eri Mehmet Ali'nin davetiyle Porsuk Çayı'nın kıyısındaki bir köyde kalan genç, vatansever bir subay olan Ahmet Celâl'in gözünden aydın-halk kopukluğunun yoğun bir şekilde anlatıldığı “Yaban” romanı, Yakup Kadri'nin “Anadolu Mezalimini Tahkik Komisyonu” ile birlikte Anadolu'ya yaptığı bir teftiş gezisinin ürünüdür.

Romanın başkahramanı Ahmet Celâl, savaşta sağ kolunu kaybetmiş vatansever bir subaydır. Ahmet Celâl, günlüğünde sağ kolunu kaybetmesiyle ilgili şu ifadeleri kullanır:

 

“Lakin, bu köyde de hiç kimse kolsuz olduğumun farkında değil... Oysa, burada, isterdim ki farkında olsunlar. Zira, sağ kolumu, ben, onlar için kaybettim. İstanbul'da zilletim olan şey burada şerefimdir. Hatta, ilk günler Mehmet Ali ile köyde dolaşırken şuna buna rastgeldik mi, hemen sağ yanımı çevirirdim. Hele, yeni yetişen delikanlılarla genç kızlara ne yapıp yapıp mutlaka bu eksikliğimi hissettirmeye çabalardım. Bu, benim son süsüm, son gösterişim, son çalımımdı. Beş on gün içinde o da gitti. Sağ kolumun yokluğu kimsenin takdirini celbetmek söyle dursun, hatta merhametini bile uyandırmadı. Acaba niçin? Bunu sonradan anladım. Zira, burada, sakatlık hemen herkese mahsus bir hal gibidir.” (Sayfa:19)

 

Köylüler, Ahmet Celâl’e “Yaban” olarak bakmaktadır. Ahmet Celâl’in en normal hareketleri köylüye çok tuhaf gelmektedir:

 

“En basit, en sade, en tabii hareketlerim onlara, bir sirk ortasında, bir soytarının takla atışları, sıçrayışları, yuvarlanışları kadar tuhaf geliyor.

Mehmet Ali’ye soruyordum:

-Niçin her şeyim senin hemşerilerinin bu kadar tuhafına gidiyor?

Mehmet Ali önce inkâr etmek istiyordu; sonra kendini tutamıyor; baklaları, birer nasihat hâlinde, ağzından çıkarıyordu:

-Beyim her gün traş olmayıver.

-Beyim, bu dağın başında sabah akşam dişlerini fırçalamak neyine gerek.

-Beyim, bizde saçlarını kadınlar tarar.

-Beyim, geceleri, sabahlara dek mırıl mırıl ne okuyup duruyorsun? Seni büyü yapar sanırlar.” (Sayfa 21)

 

Ahmet Celâl, köy halkının Milli Mücadele’ye karşı ilgisizliğini, kayıtsızlığını büyük bir hayret ve dehşetle izler. Köy halkının bu durumu Ahmet Celâl’in içini adeta yakıp kavurmaktadır.

 

Yakup Kadri’nin “Yaban” Adlı Eserinden Alıntılar

-(...) Ben, burada diri diri, bir mezara gömülmüş gibiyim. Hiçbir intihar bu kadar şuurlu, bu kadar iradeli, bu kadar sürekli ve çetin olmamıştır. (Sayfa:17)

-Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir âlemin munis, sevimli ve her biri sihir ve füsunla yoğrulmuş mahlûkları ile dolmağa başlar.

-Kaç yaşımda olduğumu ve arkamda bıraktığım geçmişi unuttuğum gün, kimbilir, ne kadar rahat edeceğim!

8 Haziran 2024 Cumartesi

Kemal Sayar - Merhamet

 

Kemal Sayar’ın “Merhamet” Adlı Eserinden Alıntılar

-Sadece hakikati konuşmak değil, onu duymak da cesaret ister. Cesaretin varsa sus ve dinle. (Sayfa 11)

-Yalnızlığın acısı tıpkı susuzluk gibi. (Sayfa:12)

-Hayatta hiçbir karşılaşma tesadüf değil. Yüz yüze geldiğimiz her insan bize bir şey öğretebilir, bizi mutluluğa veya mutsuzluğa gark edebilir. (Sayfa:14)

-Demek ki, maddi olan manevi olanı satın alamıyor. Demek ki, hayatın özünü maddi olanla değiş tokuş edilemeyen değerler oluşturuyor. (Sayfa:21)

-Kadere karşı konulamıyor. Kader tecelli edecek olduğunda, gören gözler görmez oluyor. İnsanın hayatın akışını kontrol edebileceğini sanması, büyük bir safdillik.

Hayat uzun bir yolculukta bir ağacın altında verilen kısa bir mola gibi. Kervan yürüyor. İnsan acıyla olgunlaşıyor. (Sayfa:24)

-Kalıcılık yurduna inananlar için ölüm bir vuslattır, düğün gecesidir, can kuşunun kafesinden kurtularak özgürlüğe kanat çırpmasıdır. (Sayfa:24)

-O'na aitiz. Hayatı veren, onu alacağı saati belirliyor. Ama yüreğin türlü halleri var. Kuyularda feryat eden bir Yusuf var. Ve o feryadı bir duyan var. (Sayfa:26)

-Sesimi uzaklara yazıyorum. Yas ülkesinin bu en soğuk kışında, bir tipinin ortasında kaybolmuş gibiyim. Bir yol, bir yön belirlemem gerek, ancak bu yolculukta bana kılavuzluk edecek bir haritam yok. (Sayfa:27)

-Hüzün bize dünyanın geçiciliğini, hayatın kırılganlığını öğretir. Güzel bir an, bir daha geri gelmeyebileceği için, dolu dolu yaşanması gereken bir zaman parçasıdır. Evet insan kelebekten daha uzun ömürlü ama etrafındaki her şey anbean zeval buluyor, kaybolup gidiyor. (Sayfa:36)

-Güzellik unutulmaz. (Sayfa:42)

(Kaynak: Kemal Sayar, Merhamet, Kapı Yayınları)

3 Haziran 2024 Pazartesi

Antoine de Saint-Exupery - Küçük Prens

 Küçük Prens'ten En Güzel Alıntılar 

-Büyükler hiçbir şeyi tek başlarına anlayamıyorlar, onlara durmadan açıklamalar yapmak da çocuklar için sıkıcı oluyor doğrusu. (Sayfa 12)

-Onu anlatmaya çalışmam unutmak istemeyişimdendir. İnsanın arkadaşını unutması ne acı. Kaldı ki arkadaşı olan kaç kişi var içimizde? Bir gün onu unutursam gözleri sayılardan başka şey görmeyen büyüklere dönerim. (Sayfa 31)

-“O zaman sen de kendini yargılarsın. En gücü de budur zaten. Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan çok daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”

(Sayfa 65,66)

-Kendini beğenmişlerin gözünde herkes bir hayrandır. (Sayfa 67)

-Kendini beğenmiş duymadı bile. Çünkü kendini beğenmişler yalnız övgüleri dinler. (Sayfa 69)

-“İnsanlar nerede? Çölde biraz yalnızlık duyuyor kişi...”

“İnsanların arasında da yalnızlık duyulur,” dedi yılan. (Sayfa:95)

 

13 Mayıs 2024 Pazartesi

Maddeci Zihniyet ve Değerler

 

“Günümüzün önemli sorularından birisi şu: Onca maddi ilerlemeye rağmen, insanlar neden önceki nesillere göre daha mutsuz?

Özgürlük var ama bağlılık yok. Haklar var ama diğerkâmlık yok. Refah var ama amaç yok.

Bolluk çağında ruh açlıktan kıvranıyor. Maddeci yönelim insanı ıssızlaştırıyor. Ruh çoraklaşıyor. Maddeci değerler derinlerimizde saklı duran emniyetsizlik hissini uyandırıyor ve bizi ancak çok sahip olmakla mutlu olabileceğimiz yanılsamasına götürüyor. Bunun için de zaman satıp para almamız gerek. O kadar çalışıyoruz ki sevdiklerimize ayıracak zamanımız kalmıyor. Anne, babalık ve arkadaşlık gibi paraya tahvil edilemeyen her şey değer kaybediyor. Koşuşturma ve zaman yokluğu içinde kişisel özgürlüğümüz sınırlanıyor. Servet, ün ve imaj uğruna halislik, sahicilik ve özerklik feda ediliyor.

(...) Maddeci zihniyete göre, başka insanları düşünmek, onlara şefkat göstermek size başarı ve kazanç olarak geri dönmediği için insanlara zaman ayırmanız gerekmiyor. İnsanları da şeyleştiren, onları kullanılıp atılabilir eşya derekesine indiren bu anlayış, günümüzde yakın ilişkilerin ve sadakatin altını oyuyor.

(...)

Maddecilik kültürü tamahkârlığı kamçılıyor. Bireyler “kazanan hepsini alır” ekonomileri içinde büyüyor. Amaç sofradan kapabildiğini kapmak. Herkes kendi hırsı ölçüsünde pay talep ediyor. Böyle bir ekonomik manzarada bencillik ve maddecilik, ahlâkî sapmalar olarak değil, hayatın amacı olarak görülüyor. Kendi iyilik hissimizi ve başarımızı içe doğru bakarak, ruhumuzu ve bütünlük duygumuzu tartarak değil, dışa bakarak, neye sahip olduğumuzu ve daha neyi alabileceğimizi tartarak ölçüyoruz. Bu öyle bir dünya görüşü ki başkalarının başarısı; sahip oldukları bilgelik, nezaket veya topluma yaptıkları katkı ile değil, “doğru” elbise, ev veya arabalara sahip olmalarıyla değerlendiriliyor.

(...) İnsan, içinde yaşadığımız çağda en çok yakınlık ve samimiyet arıyor. Güvenebileceği, sırtını yaslayabileceği dostlar arıyor. İşyerlerini bile çalışma arkadaşlarımızı seviyorsak seviyoruz. Günümüz çalışma koşullarında rekabetçilik arkadaşlık ilişkilerini de zehirliyor. Güvensizlik ve rekabetçilik, iş ortamında samimiyetin altını oyuyor. Yakınlığı kaybettiğimizde soğuk, benmerkezci, düşman kişilikler oluveriyoruz.”

Eyvah Kitap! - Mine Soysal

 Yayıncı yazar Mine Soysal'ın kitaplar üzerine sohbet ettiği öğrencilerin söylediklerinden yola çıkarak oluşturduğu kitaba, okumaya ve o...